28.7.11

sleeping beauty, where have you been?

http://fizy.com/s/1m797w

muhtemelen bir aşk

Muhtemel-bir-kadın ve tek-bir-adam. Ve bir zaman sonra aşk çekilir aradan. Kadın, her şeyi mükemmel zannetmektedir. Ancak herhangi bir şey değil, mesela her akşam güneşin batması, mevsimlerin geçip gitmesi, bir insanın vadesini doldurup toprak ananın rahmine geri dönüş yapması gibi bir şey değil, hiç değil.. Uzun uzadıya inşa edilen şu teferruat yığınıyla kıyaslandığında küçümsenecek kadar basit kalan tek bir kelimenin, onunu verdiği hissin çekip gitmesi, işte bu, muhtemel-bir-kadının kendisini daha da uzun cümlelerle anlatacak daha vahim durumların göbeğine düşürecektir. Çünkü düşen düşenedir. Ateş düşmüştür ve düştüğü yeri yakmaktadır, malum. Düştüğü yerde de bizim muhtemel-bir-kadınımız bulunmaktadır. O da kendini bilinmezlikler içinde bildiğinden, ne duruma düştüğü öyle kolay kolay tasavvur edilememektedir. Aşk bittiyse, aşk gittiyse eğer bir kadının hayatından zelzeleden, çığdan, selden korkulmaz. Bilinir ya şu aşk dedikleri hassas hissiyat.

Muhtemel-bir-kadın her şeyin mükemmel olduğu sanrısının ne kadar da ahmakça bir düşünce olduğu gerçeğini kendi kafasına kendisinin kakacağı sancılı günlerin ve büyük bir depresyon silsilesinin içinde bulur benliğini. Aslında cevabını kendisinin de verebileceği ama doğru cevapları tek-bir-adamdan duysa bile tatmin olmayacağı sorular sorar kendine. Uykuya dalmadan hemen önce sorar, yemek yerken sorar, aldığı her nefes için mutlaka sorar. Hatta öyle bir hal alır ki cevap alma isteği olmaksızın sormaktan bunları, asıl amacı soru sormak değil de bu sorular asıl adamla ilgili olduğundan, dolayısıyla sorf onu düşünmek istediğinden belki de içinde bulunduğu hiçbir hayati evreyi ayarında yürütemez. "Hayır, ben iyiyim, üzülmüyorum"ların altında yatan "İmdat! Yardım edin, bir süreliğine ölüyorum"ları kendi dahil kimse kâle almaz.

Sorular şüpheleri getirir beraberinde. Tam bir muamma içindedir. Muhtemelen birdir, öyle umar. Belki muhtemel-bir-kadın değil de diğer-bir-kadındır. Acaba bir diğer kadın mıdır? Yani ikinci, yani geride kalmış, yani gömülmüş, unutulmuş, yalnız.. Peki ya adam? Tek adam. Yani daima, yani cepleri boş, yani bundan sonra hep yalnız, hep aşksız, acınası..

Sonu meçhul olan ve ateşin düştüğü yerde yanan bu hikayede kadın, ne kadar yanarsa yansın sönmek istediğinden emin değildir muhtemelen. Yani ne kadar zaman geçerse geçsin. Bundan önce de böyle değil miydi hep? Terk edilmiş, öğrenmiş yanmayı, yangını. Tadını çıkarmış ne kadar büyükse işte alevler. Eğer beraber olsalar ne kendisi muhtemel olabilirdi, ne de adam tek. Şu evrenin, güneş sistemlerinin, galaksilerin göbeğinde bir ademoğlu ile bir havvakızı, kendilerine bahşedilen bu isimlere sadık kalmak uğruna, muhtemelen asla ve kat'a bir araya gelemeyeceklerdi. İkiden bir olamayacağından, ancak uzaktan bir-bir-lerini izleyeceklerdi.

Bu, malesef ki mecburi bir muhtemeldi.

gel otur, kendine bir içki al

İnsanlık adına değil.

Hiç böyle başlamazdı.
Böyle kursağımda,
Böyle yarım yamalak,
Böyle birdenbire..
Halbuki aklıma cuk diye oturuyorsun,
Ne eksik ne fazla.
İki duble kan sarhoşluğu,
Kovalamaca oynuyoruz.
Sen kaçmıyorsun.
Üşengeçliğinden pek tabii..
Hep donuk, soluk..
Susuyorsun en gürültülü tenlerde.
Kovalıyorum,
O kadar kovalıyorum ki
Seni solladığımı fark edemiyorum.
Son seni de çoktan kaçırdığımı..

İnsanların, gözlerinin renginde gördüğünü düşünürdüm dünyayı.
Kadim büyülerle lanetlenmiş gibi
Karanlık bakardı gözleri ve karanlığa hep.
Sana değdiğinden beri gözümün yeşili
Kararıyordum.
Ben kördüm, sen sağır,
Cüzzamlıydı bu aşk.
Bu kadar sükunete dayanamazdı kulakların.
Taş olsa çatlardı.
Ama sana en çok sen yakışırdın be adam!
Mavi çerçeveleri aleminde
Benim gölgem siyahtı.
Düşmüyordu bile yere
İdamlıydı..