18.1.12

pornografik olmayan mektup

Gözlerini kapat
Derin bir nefes al
Odaklan
Şimdi desteden bir kart çekmeni istiyorum
-Tılsım şovalyesi.

Sabahları kalktığımda yüzümü yıkamıyorum. Ne yalan söyleyeyim, seviyorum o serkeş simayı. Ağlamaktan ya da düşün düşün uyuyamamaktan şişmiş gözler, akmış, bulaşmış rimeller, dağılmış kırmızı ruj. Yarısını yastıklarda bırakıyorum. Her yerden bir parçamı topluyor insanlar. Kimi böbreğimi getiriyor, kimi dalağımı. "N'oluyor kızım sana?" diyorum. "Bilmiyorum" diyor. "Sanırım düşünme fonksiyonumu bir yerlerde düşürdüm. Bulana söyler misin lütfen, getirmesin geri." Ciğerimi soruyor. Yandı diyorum. Kalbin nerde diyor. "Hiç olmadı ki." 
Aynada o halimi kendime göstermek gururumu okşuyor. Kendime dürüstüm. Her sabah uyandığımda "Bu ne hal?" diyecek kimsem yok. Bu, çok aciz, bir o kadar da adil. Yalnızım.

Gururun sırtımıza ne denli yük olduğunu bildiğimden ve gülmenin insanı yaşlarca gençleştirdiğini öğrendiğimden beri gurursuzca gülümsüyorum. Siz buna yüzsüzlük diyebilirsiniz. Ama ben yine de gülümsüyorum.

Bir adamın, hayatınızın merkezi olduğunu düşünelim. Ama yörüngenizde olmadığını. Evet, bir de sevginizi, özleminizi, inadınızı ve olmayan sabrınızı verilenler hanesine yazalım. Buradan hareketle merkez-kaç! kuvvetinin şiddetini size hesaplamayacağım. Ben mühendis değilim. Hiç olmadım. Bunlardan anlamıyor olabilirsiniz. Ben de hiçbir şey anlamadım zaten.

Yeri gelir tutunacak tek bir dalınızın bile kalmadığı hissine kapılabilirsiniz. Ne yazık ki, bu his çok doğru. Çünkü yaptığınız hiçbir şeyde mutluluğun tarçın tadını alamayacaksınız. Herkes tarçın sevmeyebilir. Bu konuda size katılmıyorum. Hiçbir zaman mutlu olmadığınız ihtimalini hiç düşünmediniz mi?

Müsadeniz olursa son tanığımı çağırmak istiyorum. Ben çok sevdim. Ben rağmen sevdim. Beni sahiplenmeyişlerini sevdim. Sahiplenmeyecek kadar sevmekten korkmanı sevdim. Beni sevdiğini ilk söylediğinde, doğru olmadığını bildiğim halde yüzümde bıraktığın tebessümü sevdim. Uyurken bana sarılmadığın için üşümeyi sevdim. İhtiyacım olduğunda yanıma koşmayışlarını sevdim. Seni bıraktığımda "Gitme.." demeyişlerini sevdim. Çocukluk yaralarımı bile bile o yaraya attığın tokatları sevdim. İyileşmem için getirdiğin ilaçları sevdim. Herkesi bana tercih etmeni sevdim. Gelmeyişlerini gelemeyiş olarak adlandırmanı sevdim. -ebilmek fiilinin geçek anlamını bana öğretmeni sevdim. Yapabilecek hiçbir şeyinin olmamasını sevdim. Beni pamuklara sarıp sarmalamayışlarını sevdim. Sanırım tam da bu noktada sana aşık oldum. Çünkü bu kadar dramatizasyona gözyaşlarım dayanamıyor. Buna bir çeşit intihar da diyebilirsiniz.

Kalbimin asla senden başkası için atmadığını, atmayacağını, atamayacağını; aklımın senin yarı sahandan hiç çıkmadığını, çıkmayacağını; ten namına senin DNA'ndan başkasına tutunamayacağımı bilmeden göç ettin. Sen bir turist değilsin, bir gezginsin. Çünkü gezginler gittikleri yerden geri dönmeyebilirler. Kendimi ihtimallerle avutmak istemedim. Masal yazacak olsam adım La Fontaine olurdu. Duruşmaya gelmeyip avukatını yolladığın için teşekkür ederim.

Jüri kararını verdi
TAK!
Herkes ayağa kalksın.
-Tutunacak tek bir dal bırakmadığın âşikar.
Kendi dalımı kökünden kırdım ben de.
Ah majesteleri, ah beyzadeleri.. Ağacı kökleriyle söküp atmak için ormancılar federasyonundan izin almanız gerekiyor. Sen iyisi mi beni bırak da bir ceylanın kalbini söküp gidiver. 
Daha ne kadar kırılıp devrilebiliriz ki?
Yolun açık olsun. Açıktı zaten.
İyi ki var-dın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder